28 Şubat 2010

Bu GALA Daşlı GALA !



Çarşamba günü nerdeyse uyandığım gibi evden çıktım..Bir acele bir telaş saç,üst ,baş o biçim sokaktaydım. (Normalde üstüne başına dikkat eden bir adamımdır :) )
Birkaç gün öncesinden Veda filminin oyuncularından bir arkadaşım beni Çarşamba günü yapılacak Veda’nın galasına davet etmişti ama Çarşamba akşamına kadar işlerimi yetiştiremem diye kendisine gelemeyebilirim demiştim. Tabi ki galayı falan unuttum gitti Çarşamba sabahı..
Günün öğleden sonrasında yakın bir arkadaşım olan Brezzam ile karşılaştım. Saçlar fönlü, makyaj o biçim..Kıyafet muhteşem.. “Hayırdır düğüne mi gidiyosun?” dedim. Aa yok ne düğünüymüş, Veda’nın başrol oyuncularından Serhat Kılıç arkadaşıymış ve o davet etmiş.
“Valla ben de davetliyim ama gitsem mi yetişir miyim bilemiyorum..” dedim. Akşam üzerine doğru benim işlerim netleşti..Maalesef uzun sürecek bir işim çıktı..Ama hiç yapmak istemediğim bir iş.. Eee filmi de izlemek istiyorum.. O an üstüme,başıma,saçıma aldırış etmeden ,“Ben bu çalışmayı uzatamayacam çünkü gala programım var” deyip Brezzam ve arkadaşıyla yola koyulduk. İnanın aynaya bakamadım tuvalete bile gidemedim.. “Giderken benim eve bari uğrasak üstümü değiştiririm” dediğimde kızılca kıyamet koptu! Yok geç kalıyomuşuz,yok trafik olurmuş, eve gidemezmişiz vs.. Nihayetinde Brezzam’ın üzerimdeki sözlü ve psikolojik baskısıyla pejmurde bir halde bir halde yola çıktım! Normalde süpermarkete bile o halde gitmeyen ben Veda gibi önemli bir filmin galası yollarındaydım! Benim için bir skandal!
Neyse, “Bu gala daşlı dala” türküsünü söyleye söyleye Haliç Kültür Merkezi’ne vardık. Tam acaba bu gala taaa neden Haliç’te yapıldı başka yer yok muydu diye düşünürken önyargılı olmanın sonucunu o muhteşem yapıyı görünce anladım. Cidden pırıl pırıl, ışıl ışıl Haliç’in kenarında yeni bir binaydı bizi karşılayan.. Salonu derseniz çok büyük ve çok ferah..

Gala maceramız daha içeri girer girmez Brezzam’ın lavabo yerine oyuncuların gece için hazırlandığı kulise yanlışlıkla girmesi vukuatıyla başladı. Ha içerde giyinen soyunan insanlar olmasa oradan çıkışı (çıkartılışı hatta!) daha sakin olabilirdi ama kendisinin soyunan bir kadınla karşılıklı bağrışarak karşı karşıya gelmesiyle apar topar kulisi terk etmesi bir oldu!
Sonra bir Bistro’da yerimizi aldık..Serhat’ın ailesi de yanımıza geldi..Güzel bir sohbetle filmin başlamasını bekledik.
Her galada mı böyle olur bilmiyorum ama filmden önceki kokteyl süresi çok uzundu. 19,00 gibi başlayan kokteyl 21,30 da filmin başlamasıyla son buldu. Şahsi görüşüm asıl kokteylin film sonrası olsaydı oyuncuları tebrik etme süresi daha uzun olabilirdi hem de filmden önce içki almak insanların filmi daha net bir zihinle izlemesine engel olabilirdi ve film sonrasında rahat rahat içebilirlerdi..
Galada bir çok ünlü isim vardı..İsimlerini tek tek yazmayacağım ama beni en heyecanlandıran Perran Kutman oldu.. Çocukluğumun en güzel tatlarından “Perihan Abla” dizisinin Perihan’ı, ablası canlı canlı karşımdaydı.. Hiçbir şey diyemedim heyecandan.. (Ben heyecanlanınca hiçbir şey diyemediğime karar verdim, Demet’te de öyle olmuştu) Sadece merhabalaştık..
( Heyecanlanmayıp Perran Hnm’a bir şey diyebilen bazıları ise ne ara becerdiyse ben yokken kadınla konuşmakla kalmayıp bir de fotoğraf çektirmiş..bknz:Brezzam hırrrrrrrrr, kıskannnnndım) Filiz Akın da gecedeydi ve onunla da fotoğraf çektirmek istedik..Tam o sırada Türkan Şoray göründü.. Aaa Türkan Şorayla mı Filiz Akınla mı fotoğraf çektirsek derken ikisi kolkola giriverdi ve koşar adım ortamdan uzaklaştı. Ben yine elelde başbaşta fotoğraf çektiremeden kalakaldım!
Ayrıca kameralar kendisini çekmezken kameraların önüne önüne giden birisi dikkatimi çekti..Güzel bir kadın..Yaşını göstermeyen bir kadın..Didem Erol.. Sonradan öğrendim ki o da twitterdaymış ve nicki “Daisyanddana” imiş.. Ben kendisinin nickini ilk etapta “Daisy Adana’da” olarak algıladım. Bu ne ola ki derken olayı sonradan çözdüm.. Eee Sivasın Cindy’si olur da Adana’nın Daisy’si olamaz mı. ? :)


NOT 1 : Ben de farkındayım filmden hiiiç bahsetmedim çünkü bu yazıda galayı anlatmak istedim. Görüşlerimi twitterda az da olsa yazdım film hakkında..Filmin konusu Atatürk olunca dolayısıyla durum hassaslaşmakta. Filmde daha ziyade Atatürk’ün yakın çevresiyle olan ilişkileri ön plandaydı. Oyunculuklar muhteşemdi. Özellikle Dolunay Soysert’in mükemmel oyunculuğuyla Atatürk’ün annesiyle olan sahneleri büyük alkış aldı. Evet evet.. salon alkıştan inledi! Film asla kötü değildi hatta gayet güzeldi ama Livaneli ‘nin bu filmi yapma amacını gerçekten merak ettim ben anlayamadım çünkü…

NOT 2: Merak edenler için bilgi.. Brezzam İtalyanca bir çeşit rüzgar demek..

24 Şubat 2010

Kadınlar Ne İster?


Üzerine çok konuşuldu, çok yazıldı ve çok çizildi.. Tekrarında bir sakınca yok nasılsa bir sonuca varamayacağız en azından muhabbetini yapalım..

Kadınlar ne ister?

Geçen gün bir kız arkadaşımla konuşurken laf döndü dolaştı iki sevgili dışarıya yemek yemeğe veya kahve içmeye çıktığı zaman hesabın ödenmesi konusuna geldi. Bizimki şunla övünüyordu: “Hesabı asla ben ödemem, heeeep erkek arkadaşım öder” Eee siz çıkmaya yeni başlamadınız mı, çocuğa bu kadar yüklenmesen?” dedim ve diyeceğime pişman oldum. Yok ben bu işleri bilmiyor muşum, o yüzden ilişki yürütemiyormuşum, eşitlikçi olmamak lazımmış, erkek her zaman kadından üstün olacakmış vs. Başımın etini yedi! “İlişkinize en fazla 3 ay veriyorum” dedim ve 3 ay daha dolmadan ayrıldılar. Bu arada sebebini sorma gereği bile duymadım!

Evliliklerde, erkeğin kadından maddi yönde daha güçlü olmasına kısmen katılıyorum..Olabiliyorsa iyi olur ama kadın erkekten fazla kazanıyor diye “Nayır siz evlenemezsiniz” triplerine hiç gerek yok. Bu arada sözlerim maddi sıkıntısı olmayan erkeklere değil.. İnsan sevdiğiyle her şeyini paylaşır tabi ki, malını mülkünü esirgemez, yeter ki maddi olarak durumu iyi olsun. Ama hayat öyle bir noktaya geldi ki artık herkesin belli bir bütçesi belli bir hayat idamesi var. Belli düzeyde maaş alan ve o maaşla sevdiğiyle bir ilişki yaşayan erkeklere de yüklenmemek gerekir. Ama bazı kızlardan öyle duyarsız ve anlayışsız örnekler gördüm ki..

• Uzaktan tanıdığım birisi, erkek arkadaşına şöyle demişti : “Aaşşşşşkııım senin birikmiş puanlarınla kendime parfüm mü alsam?”

Yorum: Düşünün her şey bitmiş olay puana kadar gelmiş. E yuh artık , adamın puanına bari dokunma be kadın !

• Yine bir tanıdığım sırf kız arkadaşı beraber gidilen konserlere,yemeklere, içmelere karışmıyor ve kendi maddi durumu artık yetmiyor diye kredi çekmişti.

Yorum: Ben bankaların yerinde olsam “Kız Arkadaş” kredisi diye bir ürün oluştururdum. İhtiyaç oluyor bu ürüne gördüğünüz gibi..

• Duyduğum bir olay da şöyleydi : Bir kız kendi limiti yok diye erkek arkadaşının kredi kartını kullanıyor, artık 8-10 taksit mi ne yüklü bir alışveriş yaptıktan sonra ne oluyosa oluyor bunlar ayrılıyor. Taksitler çocuğa patlıyor.


Yorum:
Alma mazlumun ahını çıkar taksit taksit!


Sonuç olarak hayat müşterek ve ilişkilerdeki maddi olaylar karşılıklı anlaşmaya bakıyor. Sevgili kadınlar sadece biraz anlayış lütfen...

Erkek – kadın ilişkilerinin bir diğer boyutu da kadınların beklediği ilgi. Beklenti haklı bir ilgi ve karşılıklı olmalı ama bazı kadınlar durumu abartmakta. Benim başıma gelen bir olaya hala gülerim.

Üniversite yıllarındaki kız arkadaşım ilk aylarımızda ilgisizliğimden şikayet ediyordu. Ben kendime göre gayet ilgiliydim ama daha fazlası olmalıymış. Dedim bu ilgi nasıl olur? Nerden edinilir.Eee bizdeki yetersiz ne yapsak ne etsek.. Yakın bir kız arkadaşıma durumu anlatıp yardım istedim ve can kurtaran misali cevap hemen geldi: “Aaaa çok kolay , evde güzel bir sofra hazırla, kendi ellerinle yemek yap, güzel bir şarap, güzel bir müzik..gör bakalım sonrasında kim kimle ilgileniyor” Oooo..Hataaa hohohohoho  fikir iddialı geldi ve aklıma da yattı, kız arkadaşımız için yapalım, helal-i hoş olsun dedim... Uygun bir gece ayarlandı hemen..Çok güzel bir yemek yapıldı, yıllardır sakladığım Paris’ten hediye gelmiş olan şarap açıldı, CD Çalara da Dido koyuldu..Ortam romantik, gece uzun ve gece beklentili derken gece kabusa dönüştü! Daha ikinci kadeh bitmeden sevgili kız arkadaşıma içki dokundu. Aç karnına hızlı içmiş, bir çarpıntı bir bulantı bir istifra.. Sonra peşine bana fırça üzerine fırça.. Neden banyoda yanına gitmemişim , ilgilenmemişim, hayırsızmışım vs..Şişirdi beni tüm gece! Ha hızlı içip sarhoş olan hanımın kendisi suçlusu ben oldum.. Üzerine bir de surat yaptı.. Neye yanacağımı bilemedim.. Kurulan sofranın heba olmasına mı, yıllardır saklanan Paris şarabının ziyan olmasına , tüm gece sırtsırta dönüp uyumamıza mı... Genel olarak o gece emeklerime yandım.. Şimdi kim haksız?

NOT 1 : Arkasından konuşmuş gibi oldum özünde çok iyi bir kızdı.. Şu an Ankara’da olduğunu biliyorum.. Görüşmüyoruz ama evlendiğini duydum..

NOT 2 : 26 Şubat 2010 Cuma akşamı Işın Karaca sahne performansıyla Hayal Bistro’da..Kulakların pası iyice siline ! Diğer yazıda detayları konuşuruz ...

21 Şubat 2010

KULİS FARESİ


Ne zaman bir tiyatroya, bir konsere gitsem sahneden ziyade hep sahne arkasını merak etmişimdir. Seyircilerin görmediği tatlı telaşlar, hazırlık süreçleri bana hep enteresan gelmiştir. Hele ki tiyatronun oyuncuları veya konserin evsahibi eğlenceli bir kişiyse o kulisin kahkahadan yıkıldığını tahmin etmek zor değildir.
Böyle bir kulise sahip sanatçıların en başında Sezen Aksu geliyodur sanırım. Benim en büyük hayalimdi Sezen Aksu’nun kulisinde bulunmak.. Bu işi ciddi ciddi kafama koymuştum..

2007 yılının sonbaharında yurtdışından bir arkadaşım geldi. Kendisi ünlü bir Türk sanatçının konserini izlemek istiyordu, bu konuda benden yardım istedi. O sırada da “Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği”’nin büyük bir projesi gündemdeydi. Daha çok çocuklar okutmak için, “Ajda Pekkan, Nilüfer ve Sezen Aksu” konseri! Hemen arkadaşıma söyledim: “Al sana bir değil tam üç tane ünlü hem de çok ünlü sanatçı!”. “Hemen en önden 3 tane bilet al dedi” (Biri de benim için hihihi) Dedim saçmalama, en ön biletlerin tanesi 250 TL! Hepsi eder 750 TL! Kendisinin parasal bir sıkıntısı olmayacak ki “Hiç, problem değil hem çocukların eğitimine katkımız olur” dedi ve alındı en önlerden 3 bilet !

Konser günü arkadaşım ve kız arkadaşının son gecesiydi İstanbul’da. Ama öyle bir şey oldu ki çok haklı bir sebepten ötürü 3 dev sanatçının konseri ertelendi. Biletler kaldı mı elimizde? Eee bizimkiler dönecek memleketlerine.. “Siz gitmiyosunuz madem ben de gidemem” dedim istemeyerek. İçim gitti tabi ki, çünkü böyle bir konser her zaman olmazdı hem de VIP koltukta.. Rahatlatan cevap arkadaşımdan geldi: “Biz gidemiyoruz ama bu sana bi hediyemiz olsun..” Benim bilet bende kaldı yani!

Ertelenen konser günü geldi, Lütfi Kırdar!da yerimi aldım, konser harikaydı.. Konser bitiminde acaba o kulise nasıl sızarım, Sezen’i nasıl görürüm planlarını hızlı hızlı düşünmeye başladım. Kafamda tilkiler dolanırken takıldım bir görevlinin peşine o önde ben arkada sahnede dolaşmaya başladık..Bütün seyirciler gitmişti ve ben adamı takip ede ede kendimi kuliste buldum. 3 kapı yanyana ve kapıların üzerinde sırasıyla “Sezen Aksu”, “Nilüfer” ve “Ajda Pekkan” yazıyor.. Hatta Nilüfer koridorda dolanmakta.. Ama benim aklım Sezen’de .. Sezen’in kapısının önündeki kalabalığın çaktırmadan bir parçası oluverdim. (Herkes elbet birinin tanıdığıdır diye düşünsün diye hehe). Yan odadan Ajda’nın sesi geliyordu ama tüm odağım hala Sezen’deydi.. Aşmış bir Sezen hayranıyla yanyanaydık.. Kız biraz tuhaf geldi bana.. Şizoya bağlamış demek hafif kalır şizoya dolanmış desem bile yetersiz.. İki de bir bana “O benim burda olduğumu hissediyor, rahatsızlık vermeyeyim diye bana görünmüyor, biz onla telepatiyle anlaşıyoruz” tarzında saçmalayıp durdu. Kıza tam “ Kızım de get, ben sadece bir fotoğrafın peşindeyim, daha senin kadar tırlatmadık” diyecekken Sezen Ajda’nın odasından çıkıverdi. O anda Şizo Kız kadının sağını ben solunu sardım. (Tamam kabul edeyim o an Şizo Kızdan bir farkım kalmadı ben de kontrolümü kaybettim, gördüğünüz gibi hacı hacıyı mekkede deli deliyi dakkada buluverdi!) Ben şoklardayım tabi ki, ilk defa görüyorum Sezen’i.. Eline yapışıverdim Sezen’in.. “Sen o şarkıları bu ellerle mi yazıyosun , ah senin yüreğine sağlık” dedim. “Yok neremle yazacaktım” dercesine şaşkınlıkla yüzüme baktı ve fotoğraf çektirme isteğimi kabul etti. Tabi aralarda kuliste kahkahalar hava uçuşuyordu ve tüm ekip konseri içkilerle kutluyordu. Bir an Sezen’in vokalistinden “ Bir kadeh de ben viski alabilir miyim” diyecektim ki içimdeki ses “ Yok artık,abartma! Kulis faresi isen fareliğini bil!” dedi. Doğal olarak hak verdim içimdeki sese.. Viski içimde kaldı ama Sezen’i gördüm, O’nunla fotoğraf çektirdim hatta O’na sarıldım ve O’nu öptüm. Bu sadece bir başlangıçtı, Sezen görüşmelerinin devamı ilerki yıllarda bir kaç kez daha gerçekleşti . Yani kulis maceralarım sadece bunun sınırlı kalmadı. Bana nasip olan bu güzel Sezen buluşmaları hala hayatımın en tatlı anılarından bir kaçı.. Kim bilir belki de Sezen bana el verdi... 

NOT 1 : Biliyorsunuz bir önceki yazının notuydu Demet Akalın’ın Safir programı. Demet verdiği sözü tuttu ve beni programına davet etti.. Bir arkadaşımla birlikte seve seve gittik.. Kulis faresi olarak direkt kulise geçtim. Demet sahne programı için çoktan hazırdı. Demete daha önce “O kulisi dağıtırım kahkalarımla, yıkarım orayı diyen ben kulise girdiğim andan itibaren resmen donakaldım. Sus geldi susmayan dudaklarıma! Demet’in sahne kostümü harikaydı. Hasta olmasına rağmen çok iyi görünüyordu. Bize o meşhur “ votka shot” larından ikram etti.. Her şey çok güzeldi, “Bu şarkı paşama gitsin” diye bana şarkı yollaması da ayrı bir jestti. Demet şarkılarını söylerken şunu düşündüm. Söylediği her şarkı hitti ve Demet şarkı seçimini çok iyi yapıyordu! 2010 yılında dayaza damgasını vurmayı planlayan Demet’in yeni albümünü Mart sonu gibi piyasaya sunacağının da bilgisini edindim. Meraklısına duyurulur..

NOT 2 : Yine önceki yazının notu… Ben demiştim ki Ayşe Aral, Mehmet Coşkundeniz ve Necmi Yapıcı’nın konuk olacağı Sosyal Alem programını ne yapıp edip izleyeceğim! Aslında Elif Dağdevirenle günler öncesinden konuşmuştuk programı stüdyodan izlemek konusunda ama dönüş saatinin çok geç olacağı ve benim de bir arkadaşımın doğum gününde bulunacağıma dair söz verdiğimi göz önünde alınca programa gidemedim. Eee program saati geldi çattı, evde Digitürk yok! Ama naptım ettim ben programı izledim. Nasıl mı? Açtım Digitürk Genel Merkeze bir telefon, anlattım böyle böyle, “E gelin burada izleyin” dediler, gittim ulaştırma bürosuna , şoför arkadaşlarla birlikte programı izledik. Sanırım kafama koyduğum şeyi yapmamak konusunda engelim yok!

17 Şubat 2010

Hakikaten ne partiymiş ama !



13 Şubat Cumartesi, Neslihan Yargıcı’nın işlettiği Ortaköy-Lavanta’da gerçekleşen partiden 1-2 hafta önce “secret party” nin duyuruları Twitter’da yapılmaya başlandı. Parti organizasyonunu Merve – Emre Gürcan kardeşler yapıyordu. Şimdi burda uzun uzun partide şu yenildi bu içildi diye anlatmayacağım çünkü zaten 2-3 haftadır partinin her türlü detayı anlatıldı.
Ama genel olarak şunu diyebilirim ki, Twitter kullanıcılarının buluştuğu, kaynaştığı, hoşça vakit geçirdiği çok güzel bir geceydi.

Partiden bir gün önce bir toplantım sebebiyle İzmir’deydim ve cumayı haftasonuna bağlama planlarımı bir kenara bırakıp sırf bu parti için Gizem’in (Özdilli) de ısrarlarıyla Cumartesi günü İstanbul’a döndüm. Partiye giderken İzmir’in o “kışları ılık ve yağışlı” havasından aldığım gaz ile birlikte, kış indiriminden alıp yaz için sakladığım beyaz montumu soğuktan donma pahasına giydim ve bir tüyo olarak beyaz bir şey giyeceğimi Twitterdan duyurdum. Duyurmaz olsaydım! Nerden bilebilirdim ki Barbaros Şansal denen zat, partide beyaz bir kaşkol ile arz-ı endam edecek? (Bu arada Barbaros Şansal’ı sima olarak tanıyor ama ismini bilmiyordum.) Parti sonrası “TwitPaşa da beyaz bir şey giyecekti acaba TwitPaşa Barbaros Şansal” mı sorularına maruz kaldım. Bu yakıştırma ne kadar zor oldu benim için tahmin edebilirsiniz. Tepkim aynen şuydu: “Neeeee Barbaros Şansal mı? Huh! Iyk!”

Düşünüldüğü gibi ben partide (Elif Dağdeviren hariç) kimseyle TwitPaşa olarak tanışmadım. Çünkü parti boyunca Kapadokya semalarında uçan helyum balonu gibi “Merhaba Ben TwitPaşa höhöhö hehehe” şeklinde şişkin şişkin dolaşmak istemiyordum. İstanbul dışından sırf parti için gelen 2 takipçimle beni Aşk Doktoru tanıştırdı. “Ya naptınız Doktor” dememe kalmadı biz o iki tatlı kızla sarmaş dolaş oluverdik. Fotoğraf makineleri ortaya çıktı, kızlar benimle fotoğraf çektirmek istedi. “Kızlar, nolur abartmayın, ben alışkın değilim bu şeylere” dedikçe flaşlar patladı. Şaşkınlıklar içinde olmama rağmen twitterda o 140 karaktere sığdırabildiklerimin karşılığını bu şekilde görmek benim için harikaydı. Daha sonra üst katta konuşmalara kulak misafiri olan bir iki kişi daha TwitPaşa’nın ben olduğumu keşfetti Yine de kim olduğumun çok abartılmaması görüşündeyim. Gerçek kimlikten ziyade yazılanlar, paylaşılanlar önemli değil midir? Olay, TwitPaşa buluşmaları, imza günleri boyutuna gelmemeli. Bakın Ece Vahapoğlu’nun bile iyi kötü imzalatacağı bir “Öteki” si var, ben ne imzalatacam? “Beriki” mi değil herhalde!

Parti bitti bitmesine ama parti sonrası konuşmalar hala bitmedi. Bundan sonraki ilk Twitter partisinin ne zaman olacağı bile şimdiden merak konusu .. Bir dahakine gidersem eğer, fesimi başıma takarak tüm soru işaretlerini nihayete erdirmeyi planlıyorum..

NOT 1: Bir insanın doğduğu gün, başka bir insanın yaşamını olumlu yönde etkiliyorsa o kişi “iyi ki doğmuş” demektir. Bir çok kişiyle tanışmama vesile olan en başından beri destekçim, hatta ilk sırdaşım,canım arkadaşım Ayşe Aral’a çok teşekkür ediyorum..

NOT 2: Yarın gece (Cuma gecesi) Demet Akalın tarafından kendisinin Sapphire’deki sahne performansına davet edildim. Davet şimdilik “Twitter” üzerinde kaldı! Eee kapıdan girişte Demetin bana “onur konuğumsun” yazan tweetini gösterecek halim yok. Ha diyelim yaptım öyle bir şuursuzluk, içeri girebilme ihtimalim hiç yok! Olur da davetle ilgili somut bir gelişme yaşanırsa gidelim, görelim hatta yazalım sonrasında Demet’in sahne performansını ve kulisinin o meşhur votka shotlarını!

NOT 3: Bu Cumartesi Elif Dağdeviren’in programı Sosyal Alem’in konukları Ayşe Aral, Mehmet Coşkundeniz ve Necmi Yapıcı.. Benim digitürküm maalesef yok. Ama programı mutlaka ne yapıp edip izleyeceğim. Digitürk’ü olan arkadaşlara buradan duyurulur..