18 Şubat 2011

BEYAZ

















Ebru Gündeş…

“Tanrı Misafiri” ile kapımızı çalan, “Demir Attım Yalnızlığa” ile bir anda Türk halkının kalbine demir atan…

“Tatlı Bela” isimli 2. bir ara albümle asıl bombayı “Ben Daha Büyümedim” albümüyle patlatan, aynı albümdeki “Fırtınalar” şarkısıyla fırtınalar estiren Ebru Gündeş !

1995 yılına gelindiğinde Ebru Gündeş muazzam bir başarıya ulaşan 3. albümüyle ve o harika sesiyle artık büyük bir stardı. 1 yıl aradan sonra çıkardığı 4. albümü “Kurtlar Sofrası” albümüyle ve yeni hit şarkısı “Deli Divane” ile başarısını perçinledi.

1998 baharında yine Ebru Gündeş fırtınası bu sefer “Sen Allahın Bir Lütfusun” ile kopuyordu. 1999 un son aylarında ise “Dön Ne Olur” isimli albümü ve o albüm içinde bir çok hitle müzik piyasasındaki üstünlüğünü korudu.

2001 yılına geldiğimizce Ebru Gündeş bence kariyerinin en iyi albümü olan “Ahdım Olsun”’u çıkardı. Bu albümde yer alan 12 şarkının 12 si de ayrı bir hitti.

2003 yılının yazında şahane bir görüntüyle ve yepyeni bir imajla “Şahane” adlı albümünü piyasaya süren Ebru Gündeş bu sefer birkaç öne çıkan şarkıyla yetindi.

Daha sonraki yıllarda “Bize de Bu Yakışır”, “Kaçak” , “Evet” isimli albümler geldi. Bu üçlü arasında Kaçak diğerlerinden bir adım öndeydi ama Ebru Gündeş son albümleriyle ilk 6 albümüne göre bir hayli geride kalmıştı.

“Evet” albümü beni büyük bir hayal kırıklığına uğrattı çünkü albümü “Kızıl Mavi” bile kurtaramadı. Albüm hiti olarak öne çıkarılan “Harika” şarkısı 3 yaşındaki çocuğun bile anlayacağı düzeyde alalade bir Serdar Ortaç şarkısıydı.

Ebru Gündeş bu hafta 12. solo albümü “Beyaz” ı çıkarttı. Daha önceki “Evet” tecrübesiyle albümü hiçbir beklentim olmadan dinledim. İyi ki öyle yapmışım çünkü Ebru Gündeş albüm genelinde şarkı seçiminde yine ilk albümlerden çok uzak kalmış. Albümdeki şarkılar Ebru’nun o muhteşem sesiyle kendini elbette dinletiyor ama bana yeterli gelmedi.

Albüm geneline bakıldığında göze ilk çarpanlar 2 adet Sinan Akçıl ( Ağlamayacağım- Bir Gün Olacak) , 2 adet Serdar Ortaç (Ferman- Cumartesi) , 2 Ersay Üner (Hayrandım – Kime Ne) şarkıları. Ayrıca albümde neden konulduğuna anlam veremediğim, o davulların zurnaların hiç mi hiç yakışmamış olduğu “Aldırma Deli Gönlüm” ile oldukça başarılı düzenlenmiş “Yazık” coverları bulunuyor.

Albümün en sağlam hiti, zaten A1 yapılan zaten ilk klibin çekildiği Sinan Akçil bestesi “Ağlamayacağım”. Haikaten çok güzel ve akılda kalcı bir eser. “Bir Gün Olacak” da gayet eğlenceli dinlemekten zevk aldığım bir şarkı.

Ama aynı şeyleri Serdar Ortaç şarkıları için söylemem mümkün değil. Albümü kartonetine bakmadan dinlediğinizde 10 kişiden 9 u Serdar Ortaç şarkılarını kolayca bulabilir. Ferman Cumartesi’ye nazaran daha akılda kalıcı daha hoş,eğlenceli, eller havaya yapılacak tatta bir şarkı ama nerde eski Ebru hitleri dedirtmiyor değil.

Albümün gizli incisi “Beyaz”... O kadar naif bir bestesi var ki içinizi ısıtıyor. Sözleri de bir o kadar güzel.

Ersay Üner şarkılarına gelince sanki bir önceki albüme göre şarkılar bir gömlek daha altta. Kızıl Mavi’nin , Söyleyin’in tadını maalesef bulamadım.

Albüme hoşluk katan bir diğer şarkı da Zeynep Talu sözleriyle “Hiçbir Zaman”. Sözler her zamanki Zeynep Talu kaleminde.

Albüm kapak tasarımını da beğenmediğimi ifade etmek isterim. Büyük puntolu harfler bende göz yorgunluğu yaptı, Ebru’nun yandan gülüşü harika ona lafım yok.

Sonuç olarak verilen emeğe, Ebru Gündeş yorumuna büyük bir saygı duymakla birlikte Ebru Gündeş’ten bundan sonraki albümlerde birkaç güzel şarkının ötesine de gidecek şarkılarla dolu, sesi gibi dopdolu albümler bekliyor olacağım.

Zaten son 6 yıldır Ebru Gündeş konusunda bu aynı beklenti içindeyim.

16 Şubat 2011

NİLÜFER - 12 DÜET


















Nilüfer-12 Düet albümü müzikmarketlerde yerini aldı.

Alır almaz da daha bir albümün dinlenme, sindirilme süreci yaşanmadan Twitter’da birçok kişinin albüm hakkında olağanüstü yorumlarını görmedim. Ama kimse albümü şarkıları, müzik altyapılarını konuşmuyordu. Nilüfer’in fotoğrafları, gençliğini neye borçlu olduğu, artık rockçu oluşuyla ilgiliydi.

Bir proje kısa zamanda körü körüne ve alalade destekleniyorsa o noktada hep durmuşumdur. Hiçbir yoruma aldırış etmeden en objektif gözlüğümü takıp albümü dinlemeye başladım.

Şarkıların hemen hemen hepsi daha önce severek dinlediğim Nilüfer şarkılarıydı zaten Nilüfer’in 90’ların ortasında çıkarttığı “Yeniden Yetmişe” isimli best of albümünde yer almıştı.

Albümdeki şarkıların daha önceki versiyonlarından farkı rock müzik altyapısıyla rock müzik şarkıcılarıyla birlikte söylenmesi. Aslına bakıldığında daha önce bir örneği yapılmamış iddialı bir proje. Nilüfer’in kariyeri için tabi ki bir eşik değil, bende hobi olarak yapılmış izlenimi uyandırdı.

Altyapılar kesinlikle kötü değil, şarkı seçimleri albüm genelinde tutarlı. Favorilerim Gece Yolcuları-Haram Geceler, Ogün Sanlısoy-Hey Gidi Günler, Hayko Cepkin- Aşk Kitabı.

Eğer “Nilüfer” markasını canlı tutmak için bu tür bir proje albümüne girişilmişse işte bu noktada bir strateji hatası yapılmış olur. Çünkü bu albüm sayesinde dinleyiciler Badem, Cingi, Rashit, TNK, 4x4 gibi daha önce isimlerini belki de hiç duymadıkları rock şarkıcıları ve gruplarıyla tanışmış oldu . Bu albüm Nilüfer için değil ancak bu genç rockçı arkadaşlarımız için bir dönüm noktası olabilir. Bu projede yer almak çok büyük bir şans olmuş kendileri için.

Albümün ilk klibi bir Şebnem Ferah –Nilüfer düeti olan Nilüfer’in “n” kere albümlerine koyup temcit pilavı gibi karşımıza çıkarmaktan usanmadığı “Erkekler Ağlamaz” a çekildi. Klip ve şarkı da anlayamadığım kadar çok beğenildi. Evet şarkı bu altyapısıyla da güzel ama sonuçta Amerika yeniden keşfedilmedi. Şarkının bu versiyonunu böylesi lezzetli yapan içine Şebnem Ferah’ın o muhteşem yorumunun sızmasından başka bir şey değil bence!

Sonuç olarak böyle bir albüm olmasa da olurdu ama sonuçta olmuş, güzel de olmuş.

Keşke Nilüfer bu albümü yine bu rock müzik sanatçılarıyla ama onların en bilinmiş şarkılarını yorumlayarak yapsaydı.

İşte o zaman o albüm çok daha orijinal , o şarkılar Nilüfer yorumuyla çok daha iddialı olmaz mıydı?

15 Şubat 2011

MEDYA TERÖRÜ




2 hafta önce aramızdan ayrılan Defne Joy Foster’ın eşi İlker Yasin’e basın tarafından uygulanan olay tam bir medya terörüdür!

Medyamız yine ucuz manşetlerle reyting peşinde koşmak uğruna karalama listesine bir kişiyi daha eklemiştir.

Acı öyle bir histir ki algılanmaz, anlatılmaz... Sadece yaşanır;

Kimine acının yüzölçümü Sezen gibi yeryüzünden fazla gelir. Kimisi için de mayhoş bir koruktur.

Herkes acısını evinde yaşar, kalbinde yaşar.

Ne bekliyordu Medyamız? İlker’in kaç gün yas tutmasını bekliyordu?

1 yıl?

10 yıl?

Kaç yıl yeter a Medya? Ne sizi tatmin eder? Nasıl yapmalıydı ki İlker “Vay be adama bak ne yas tuttu?” diye manşet atasınız ?

Belli ki adam kafa dağıtmaya çıkmış arkadaşlarıyla hatta belli ki zorla çıkartılmış. İçerde eğlendi mi sanıyorsunuz? İçkileri havada uçuşturup eller havada dans mı etti sanıyorsunuz? Eminim sanmıyorsunuz ama manşetleriniz o şekilde !

İlker’in hiçbir vefasızlığı yok !

Bu ancak sen yaparsın Medya ! İlla reyting uğruna Defne’nin içinde bulunduğu yarışmaya devam ederek, yarışmanın başında yapmacık ağlamalar sergileyip 5 dakika sonra güle oynaya dans edip alkış tutarak , tüm jüri üzüntüden yutkunup konuşamayıp ama 5 dakika sonra bülbül kesilerek tüm bunları “Defne de böyle isterdi!” kisvesi altında yaparak ancak sen yaparsın !

Babaannemin vefatının sonraki 10. günde Rihanna konserine gittiğim zaman içimdeki gürültü konser alanından daha fazlaydı, bunu bilir misin sen Medya? Ama gittim. Evde olsam daha kötü olacaktım. İstemeye istemeye olsam da gittim. Sahnede bir dünya yıldızı mı varmış ne varmış umrum değildi! 2-3 saat kafamı dağıtmaya çalıştım hepsi bu. Twitter’da Rihanna konserindeyim diye yazınca bazı asalaklar “Yuh geçen gün babaannene ağlıyordun ne çabuk unuttun” şeklinde yazılar yazdı. Twitter beni ilk defa o an acıttı! Ama şaşırmadım. Çünkü bizleri çocukluğumuzdan beri yetiştiren büyüten sensin Medya !

Senin o beyin yıkayıcı manşetlerinden kurtulanımız kurtuluyor, sıyrılanımız sıyrılıyor.

Bunu başaramayan, etkinde kalan , beyni yıkananlar ise asalak kalmaya mahkum kalıyor.
Maalesef kurunun yanında yaşı da yakıyorsun Medya!

Gazeteciliği edebiyle, şerefiyle,haysiyetiyle yapanları o kadar gölgeliyorsun ki onları azınlık bırakıyorsun !

Yazıklar olsun sana !

6 Şubat 2011

IRISH PUB



Kar lapa lapa yağıyordu…

Havaalanından metroya binip otelimin olduğu metro istasyonunda indiğimde saat 22,30’u gösteriyordu. Acaba otel nerdedir derken otelin tabelası metronun hemen önünde görünce çok mutlu oldum… Şans benden yanaydı, bu karda kışta bir çok uçak iptal olurken Münih’ten Berlin’e sorunsuz gelmiştim ve otelim harika bir konumdaydı.
Hemen otelime yerleştim ve kendimi tekrar sokaklara attım.
Berlin’deydim ve hiçbir dakikamı fuzuli geçirmemeliydim.

Kardan gözüm hiçbir yeri görmüyordu ve Berlin’e ilk gelişimdi. İstediğim sadece bir pub’a gidip o enfes Alman biralarından içmekti. Yolda karşıma çıkan ilk kişiden yardım aldım ve otelden hemen 100 metre ileride bulunan Irish Pub’a gittim.

Oldukça geniş bir mekan ve dört bir yanında masalar ve tabureler var. Tam karşıda yüksekçe ve genişçe bir sahne. Haftanın her günü burada canlı performanslar sergileniyormuş. Ben de onlardan birine denk geldim. Muhteşem bir repertuarla çok güzel çalan bir grup vardı sahnede. Ordaki insanları öylesine avuçlarına almışlardı ki herkes ayaktaydı.

Oturduğım masanın hemen yanıbaşında 2 tane sarışın kız vardı. Ben otururken selamlaştık ve daha sonra muhabbete başladık. Kızlardan biri Türk olduğumu öğrenince çığlık attı ve Türk erkeklerinden nefret ediyorum dedi. Hoppalaaa noluyor demeden hikayesini anlatmaya başladı. Meğer bir Türkle evlenmiş, adam hayırsız,vefasız çıkmış, sanırım aldatmış, şimdi boşanma evresindelermiş vs… O sırada başka bir çocuk geldi yanımıza.O da benim gibi yalnız gelmiş mekana ve aslen İranlıymış. Tenormüş ve Berlin operasında çalışıyormuş. Bir erkeğin opera söylemesi İran’da yasak olduğu için mecburen ülkesini terk etmiş ve Berlin’e yerleşmiş. İran’ın dışladığı bu yeteneğe Alman devleti sahip çıkmış resmen! Çocuğun otelinden yemeğine her türlü ihtiyacını Alman hükümeti karşılıyor bir de üzerine maaş veriyormuş. (İşte sanata olan yaklaşım farkı!)
Biz çocuğun opera sanatçısı olduğunu duyunca kızlarla bir kuple bir parça söylemesini istedik. Sahnedeki grup bir yandan bas bas şarkısını söylüyor bu arada. Çocuk çok iddialı. Evde söylediğinde bardakları falan kırıyormuş sesiyle, o biçim yani. Hepimiz masaya toplaştık baş başa verdik ki çocuğu duyalım.Çocuk sessiz söylemek zorunda operayı çünkü biraz sesini yükseltse sahnedeki grubu bastıracak. Başladı söylemeye…
Hakikaten mükemmel bir ses ve eşsiz bir yetenek. Sahne aldığı yere davet etti bizi ama zaman kısıtı sebebiyle maalesef gidemedik.

Biz masada güzel bir ekip olmuşken sahnedeki grup bir yandan insanları coşturmaya devam ediyordu. O sırada gözüme bir kadın takıldı. Boyu 1,50 yok , 1,48 falan yaşı en az 75 . Almış çantasını tek başına gelmiş. Yerinde duramıyor. Kendisine has figürleriyle o kadar şeker li. Saç , baş, makyaj yerinde. Bir ara sahnenin dibine kadar yanaştı. Ellerini açıp iki yana sallaya sallaya yakışıklı genç solistin gözlerine baka baka soliste eşlik etti. Kadını hayran hayran izledim bütün gece. Hatta bir ara onunla dans etmek istedim ama nasıl karşılar diye düşünüp sonradan vazgeçtim. O yaşta o enerjisine, hayata olan tutkusuna, dansına, duruşuna hayran kaldım. Tek başına geldiği mekandan şapkasını takıp solisti öpmeyi ihmal etmeden ayrıldı. O’nu bir daha hayatım boyunca asla göremeyecek olmam ne tuhaf, o da asla kendisinin bende bıraktığı izden haberi olmayacak.

Hayat da çok tuhaf. Yollarda geçişiyoruz, şehirlerde karşılaşıyoruz, aynı ortamlarda bulunuyoruz ve birbirimizi hiç tanımıyoruz hatta bir daha hiç karşılaşmayacağız. Ama fark etmeden birbirimizin sırtını okşayabiliyoruz… Adını bile bilmediğim o yaşlı kadının benim ruhumu okşadığı gibi!

Irish Pub’u saat 03,30 gibi terk ettik. Kızlarla ve tenor çocukla cep telefonlarımızı değiştirdik, hepsini İstanbul’a davet etim. Gelirlerse görüşeceğiz belki yine karşılaşacağız. Kızlar ve çocuk otellerine dönerken ben başka bir club’e geçtim. Şehre adımını o gece atmış bir turisttim ve gece daha yeni başlıyordu.

Ve biliyordum ki gideceğim her mekanda beni bekleyen başka maceralar vardı …