23 Mayıs 2010

YERLİ MÜZİĞE REÇETE


90’lardan 2010’a müzik dünyasında ciddi bir kabuk değişimi yaşandı. Ülkemiz 1980 başlarında tanışmıştı “kaset” ile. 1980-1990 yılları arasında Hafif Batı Müziği belli başlı isimlerin tekelindeyken 90’ların başından itibaren yepyeni genç isimlerle Hafif Batı Müziği adını Pop’a devretti.

O dönemler Türk Pop’unun “Altın Çağı” idi. Kasetler 200 bin satınca başarısız olarak görülüyor, başarı sınırı 500 bin ile ölçülüyordu. Klipler kaset tanıtımı için çok önemliydi ve klipler için ciddi bütçeler ayrılıyordu.

Bu durum 1990’lı yılların sonlarında Kaset- CD olarak bir süre daha devam etti ve 2000’li yılların başlarında Yerli Müzik büyük yara aldı. Benim diyen sanatçılar albüm aralarına en az 4 yıl koymaya başladı, en güzel albümler en fazla 2 klip ile geçiştirildi.

Günümüzde ise 10-12 şarkılık tam albümlerin yerini Single veya Maxi Single’lar aldı. Single kavramıyla bizi ilk tanıştıran isim 8:15 Vapuru isimli çalışmasıyla bir çok ilkin öncüsü olan Yonca Evcimik olmuştu. O zaman şaşırmıştık, içinde çeşitli versiyonları içeren tek şarkılık albüm mü olur demiştik. O zaman bilemiyorduk ki 15 yıl sonra nerdeyse bütün şarkıcılar Single’a dönecek.

Yeri gelmişken hemen vurgulayayım. Ben Single olayına karşıyım!

Kimse bana maliyetlerle ilgili bahaneler sunmasın. Single olayı, şarkıcı ismini canlı tutmak için, yaz dönemini bu şekilde geçirmek için dinleyiciyi kandırmaktan öte bir şey değildir. Ha adam gibi 10-12 şarkılık bir albüm yapmışsındır, bir diğer albüme geçiş için Single’a adını unutturmamak zekice bir harekettir. (Bknz: Demet Akalın)

Gelelim Yerli Müzik’i kurtaracak olan reçeteye; Şahsi görüşlerim ;

1. Albüm fiyatları çok yüksek. Albüm almaya teşvik etmek için CD fiyatlarının 15 TL’den 5-6 TL ‘lere düşürmek gerekir. Şarkıcılar zaten albümden eskisi gibi kazanmıyor. Kitlelere şarkılarını en iyi şekilde duyursunlar ki emekleri çok daha fazla kişiye yasal olarak ulaşsın.

2. Albüm fiyatlarını yüksek kılan maliyetlerin etkisi tabi ki.. Yakın çevremden bestecilerin şarkılar için çok yüksek fiyatlar istediklerini duyuyorum. Eser sahipleri tabi ki hakkı olanı almalı ama şahsi kaprisler uğruna yerli müziğimiz baltalanmakta. Sevgili üreticiler, tamam harika şarkılar yapıyorsunuz ama bunlar daha uygun maliyetle daha çok kişiye ulaşsa çok daha iyi olmaz mı?


3. Hadi CD ler satılıyor diyelim. Arabanızda CD çalar yoksa CD leri dinleyecek yer bulmak günümüzde nerdeyse imkansız. CD çalarlar artık kullanılmıyor. Bir çok kişi şarkıları artık Iphone – Cep telefonu veya Ipod lardan dinliyor. Uzun vadede bu tür aletlere entegre olabilen çipler yeni bir ürün olarak satışa çıkarsa yasal olmayan yollardan şarkı indirmenin önüne geçilebilir. Bu noktada sanatçıların yaabileceği bir şey yok, teknolojiyi beklemek gerekiyor.

4. Sanatçılar arası işbirliği çok az. Daha çok düet albümü olmalı. Çünkü bu tarz albümler arşivlerin parlayan renkleri olmakta. Yurtdışında sıklıkla yapılan bu işbirliklerini ülkemizde görmek çok zor. Bahsettiğim şarkı bazında düetler değil elbette. Bunlar yapılıyor. Ben ortak albümden bahsediyorum. Single a karşıyım ama bu tarz bir albüm 5-6 şarkılık da olsa yapılabilir. Bendeniz-Harun Kolçak çalışmasını hatırlayanınız vardır elbet. Tadı hala damağımızda değil mi? Tabi aynı işbirliğini konserlerde de görsek hiç fena olmaz.

5. Günümüzde artık eskisi gibi yerli müzik TV programları yapılmıyor. Radyolarda çok güzel programlar olmasına rağmen halkımız görsel basına çok daha alışık olduğu için TV’lerdeki müzik programı noksanlığı yerli müziği yine olumsuz etkiliyor. Bu işi hakkıyla yapan tek kanal sanırım Power Turk. Bu tarz kanallar ve programlar daha çok daha çok olmalı. Kral Tv’nin beceremediği müzik ödüllerine aslında Power Tuk bir el atsa çok daha iyi yapacağından eminim. Programcılara gelince: Ayrıca bize daha çok Şafak Karaman ve Hakan Eren lazım!

Tüm bu 5 madde benim naçizane önerilerim. Bakın sadece Pop demiyorum, genel olarak yerli müziğimizi cidden kurtarmalıyız. Bu konuda da herkes elini taşın altına koymalı ve üzerine düşeni yapmalı.

Günümüzde “kaset” denince akla maalesef skandal kasetleri geliyor..

Müzik kasetlerin soyu tükenmek üzere farkındayım ama arabayla tatile giderken sevdiğiniz bir şarkıcının yeni çıkmış kasetini dinlemekten keyifli daha ne olabilir ki? Tatil öncesi tatil keyfi yaşatır o kasetler size..

Yerli müziğimizi koruyalım..

İyi keyifler..

18 Mayıs 2010

KRAL ÇIPLAK !



Kral TV, kuruluşundan bu yana iyi kötü Türkçe müziğin nabzını tutmuş bir kanaldır. Kötü yönetilmenin getirdiği haklı sonuç olarak yıllar itibariyle gözümdeki değerini yitirmiş bir kanaldır da aynı zamanda. Dün gerçekleştirilen 16. Kral Tv Video Müzik Ödülleri töreniyle de bu değeri boşu boşuna yitirmediğini gördüm.

Kategoriler bir kere başlı başına hatalıydı.Bu kategorileri kim neye dayanarak belirledi bilemedim. Mesela Babutsa isimli grup hem en iyi çıkış hem en iyi gruba aday gösterilmişti.

Böyle bir şey olamaz !

Hangi yılın ödülleri bu? 2009..

Babutsa 2009 yılında mı çıktı? Evet. Tamam en iyi çıkışa koyarsın ama hem oraya koyup hem en iyi gruba koymak olmaz!

Ayrıca, 2009 yılında yapılan ödül törenlerinde 2008 yılının en iyi çıkışı Murat Dalkılıç’a verilmişti. Eee bu yıl Murat Dalkılıç yine aynı şarkıyla ödül aldı! Seneye de yine Kasaba’ya ödül verelim mi?

Gecede nerdeyse hemen hemen her kategoride olan Volkan Konak’a da Halk Müziği Onur Ödülü gitti. Volkan Konak tabi ki alanında en iyi isim ve ödülü hak etmekte zaten ama ödül verileceği zaten varsa kategorilere konması da bana gereksiz geldi.


Ajda Pekkan hangi zihniyetle en iyi pop kadın adayı oldu acaba? Ajda’ya zinhar lafım olamaz ama müzik sektöründe belli noktaya ulaşmış kişiler (zaten sayıca azlar) bence adaylıktan muaf tutulmalı. Sen oraya Ajda’yı koyup yanına kimi koyarsan koy o ödül zaten Ajda’nındır.Ya da Ajdayı koyuyosan, Sezen’i de koy, Nilüfer’i de koy, aralarında kapışsınlar! Eğer illa Ajda’ya ödül verilmek isteniyorsa bir Onur Ödülü verilebilir. Ayrıca gecede sahne alan kişilere ödül verilmesi de ne derece samimi bir hareket o da tartışılır.

Gecenin sunumu da ayrıca bir fiyaskoydu. Türkçe müzikle alakası olmayan Bay J isimli DJ gecenin sunuculuğunu yaptı! Daha doğrusu yapamadı. Tören boyunca kendisini 3 kere görmüş, 4. kere görmemişizdir. Sahneye Erkan Yolaç ve Halit Kıvanç çıkınca atmosfer nasıl da değişti. Demek ki geceyi ve seyircileri avuçlayacak, nabzı her daim yüksek tutacak isimlerin bu sunuculuk görevini üstlenmesi gerekmekte.

Daha önceki yıllarda Arabesk-Fantazi dalında da ödül verilirken bu sene bu dalda ödül verilmedi. Bu eğer Kral TV’nin pop tarza eğiliminin bir işareti ise gecede İbrahim Tatlıses’in sahne almasına ne demeli?

Sonuç olarak 16. Kral Tv Video Müzik Ödül Töreni Türkiye’de bu ödül verme olayının neden yapılamadığının iyi bir göstergesiydi. Bu anlayışta olup objektif davranılmayınca, kategoriler yalan yanlış belirlenip kanalın Türkçe müziğin pop kısmında mı fantazi kısmında mı yer aldığı netleşmedikte bizim için layıkıyla verilen ödül törenleri sadece hayal olacak.

Yıllar öncesinde yayın yapan SATEL müzik kanalı keşke varlığı koruyabilseydi de bizim şu anda bir Türkçe Pop Müzik kanalımız ve hakkıyla yerine ulaşan ödüllerimiz olsaydı...

Son söz : Kral çıplak !

9 Mayıs 2010

TWIT PAŞA'NIN DERDİ NE ?


Bu herhalde şimdiye kadar yazdığım en keyifli yazı çünkü şu an otobüsten yazıyorum. Netbook kucağımda, kahvem ve kurabiyelerim önümde, Karadeniz sahil şeridi hemen sağımda …Tv’de de Aşkı Memnu var ama şu an ona bakmıyorum. Haftada 1 doz Firdevs bünye için kafi. Fazlası vallahi zarar oluyor, kişiliğim kayıyor (önceden denenmiş,olumsuz etkileri tespit edilmiştir) Yorucu ama bir o kadar zevkli geçen günün sonunda yazarken dinleniyorum…

Anneler Günü sebebiyle geldiğim memleketimde çok güzel 2 gün geçirdim. Son gün köyümüzde geçti. Ben doğma büyüme şehir çocuğuyum, köyde hayatım hiç geçmedi ama ailemize ait köyümüzle olan bağlantımı hiç koparmadım. Topraklar orda öylece durmakta ama İstanbul koşturmacası oraları ihmal ediyor maalesef.

Yazı başlığında belirtildiği üzere asıl konumuza gelecek olursa size bu yazıda derdimi anlatacağım. Eveeet TwitPaşa’nın derdi ne? Twitter’da aslında bir çok kişiden çok daha yeniyim. Bu aleme girdiğimde 2009 yılının son günleriydi. Twitter’ın adını Sertab Erener ile duydum. Hayranı olduğum Sertab’ımı daha yakından takip edebilmek için 0 following 0 followers la başladı her şey… Takip ettiklerim arttıkça, onlarla diyalog içine girdikçe yavaş yavaş alışır oldum. 140 harf hakkım vardı o hakkımı en etkili kelimelerle, doğru yerde doğru şeyleri yazarak kullanmaya çalıştım. Sevdiğim, takdir ettiğim insanlara beğenimi sundum, sevmediklerimle kendimce dalga geçtim ama hekesi yazdığı tweet bazında eleştirdim. Tamam bazen kantarın topuzunu kaçırdım ama doğru bildiğimi, doğru düşündüğümü sonuna dek savundum. Eee bir de adı sanı olmayan sadece bir nickten ibaret birinden bu tweetlerin gelmesi haliyle merak uyandırdı. Ama en başından beri şunu dedim: Kim olduğum değil, ne yazdığım, nasıl eğlendiğimiz önemli diye. Ben Twitter’da çok eğleniyorum. Kısa zamanda yaklaşık 3.000 bin arkadaşım oldu. Madolyonun bu tarafı parıl parıl parlarken diğer tarafı ise bana cephe alanlarla ziftleşti. Daha önceleri bana DM atıp “Abi, nolur arada benim reklamımı yap film çekcem, işlettiğim mekan var vs” diyenler istediklerini alamayınca birden TwitPaşa düşmanı oldu ve çirkince saldırmaya başladı. Albümü satmayan, twitterda benim kadar takipçisi olmayan sözüm ona şarkıcılar tehditlerle ağır hakaret ettiler ama ben sizce ne ettim? Tabi ki ilk aklınıza gelen şeyi ettim  Umrumdışı oldular ve benden çevrimdışı muamele gördüler.

Yahu koskoca adam olmuşlar, kadın olmuşlar, yazar olmuşlar, senarist olmuşlar , şarkıcı olmuşlar ama başarılı olamamışlar… Bunun acısı kimse benden çıkartamaz.. Çıkarttırmam! Her şeyin yolu , yordamı bulunmakta. Bundan sonra telefonla,maille veya twitter yoluyla bana gelecek hakaret ve tehditler için tüm önlemleri almışım, telefonumu değiştirmiş yeni hattımı savcılığa verip dinlemeye aldırmışım.. Gerisini ben düşünemem :)

Ha bir de bana ünlü yalakası diyen bir kesim var. Onların gözünde doğru işe doğru demek saırım yalakalık! Twitter üzerinden gerçekten sevdiğim, reelde de tanışma, görüşme ,beraber zaman geçirme imkanı bulduğum ünlü kişiler mevcut. Bunlar görülürken yaptığı işleri beğenmediğim yazdığı twetleri saçma, yapmacık bulduğum ve onları ti ye aldığım kesim ne yazık ki görülmemekte. Bana yalaka diyenler beni blocklayan ünlülere sorsunlar bakalım o ünlüler hangi lafımı kaldıramamışlar da beni bloklamışlar?

Benim Twitter kullanmada belli bir amacım yok arkadaşlar. Twitter, çok güzel bir bilgi paylaşımı sitesi.. Ayrıca mükemmel bir iletişim hattı. Ünlü veya ünsüz bir çok kişiyle beni iletişimde tutan ve twitter dışı gerçek hayatta yeni tanışmalara, yeni arkadaşlıklara imkan sağlayan bir site.

Ben kendimi bildim bileli yerli müzik sektörünü iyi bilen ve bildiklerimden ötürü asla mütevazılık yapmayacak biriyim. Kim ne zaman albüm çıkardı, hangi şarkıcının hangi albümü tuttu hangisi tutmadı tarihiyle bana sorabilirsiniz. Hele bu sanatçılar benim çok sevdiğim, şarkılarını severek dinlediklerimse onlarla twitterda konuşmak başlı başına bir keyif!

Twitterda adımı veya fotoğrafımı yayınlamamam ise tamamen kendi tercihim. En nihayetinde devlet sırrı değil bu! Adım Ahmet olmuş Mehmet olmuş bu neyi değiştirir? Fake bir foto bulup koymuşum veya kendi fotomu koymuşum yazdıklarım değerini mi yitirecek? Ben vitrinden ziyade iklimciyim.. Sizle iklimimiz tuttuysa eğer gerisi teferruat değil midir? Özsellik varken görselliğe gere yok bence.

Bir de bildiğiniz gibi ben, kendi üslubumla düşündüklerimi, hissettiklerimi, başıma gelen komik olayları , gittiğim,gördüğüm, gezdiğim yerleri sizlerle paylaşmayı çok seven biriyim. Genel olarak yazmayı çok seven biriyim. Üstelik yazdıklarıma olumlu veya olumsuz yorumlar alınca zevkten öyle bir dört köşe oluyorum ki kesme şeker halt etmiş.

Olayın özü budur yani… Tüm derdim de budur! Temennim herkes işinde başarılı olsun, alanında kazandığı parayı yine alanına yatırsın. Kendi alanında iyi kötü bir isim yapmışken sanal ortamda bir nickle eğlencesine bakan bu Paşa’ ya bulaşmasın!

NOKTA :)

1 Mayıs 2010

A T İ N A


Bavulum hala kapının önünde, hala açık..

Kapatmak istemiyorum çünkü her an tekrar gidebilirim..Bir kafa esmesine bakar.
O kafa da zaten sürekli eserekli az çok biliyorsunuz..

Vizem 18 Ağustos’ta bitiyor ama biter bitmez gitmesem de hemen tazeleyeceğim. Cebimde hazır olsun o da ihtimali yüksek esme anlarına..

Atina tatilimi anlatacağım size bu yazımda ama sondan başa doğru anlatacağım , terslik olsun da nasıl olursa olsun..

Bavulumdakileri çıkartırken hala o büyülü şehrin etkisindeydim.. Havaalanından çıkarken Duty Free’de de öyle.. Alacaklarımı bir an evvel aldım rüya bozulmasın diye bir an evvel evime, yatağıma, uykuma gitmek istedim.

Uçakta zaten ayrı bir leylaydım. Yol boyunca çektiğim fotoğraflara baktım. Yediğim yemekte içtiğim içkide teselli buldum. Bu arada THY yi rötarları sebebiyle çok eleştiriyordum ama Atina’ya gidişte de dönüşte de hiçbir rötar olmadı ve yemekleri çok lezzetliydi. THY’nin iç hatlarda bize yaptığı garez nedir acaba? Dış Hatlarda her şey tıkır tıkır işliyor..

Uçağa binmeden hemen önce son kez turladım Akropolis eteklerini.. Akropolis ilk bakıldığında bir taş yığını.. Ama şehrin simgesi, taş yığını dememe bakmayın, taştan oluşan bir mimari şaheser. Gece ışıklandırmasıyla da şehrin gözbebeği.. Açıkhava müzesi olarak faaliyette ve yüzlerce turistin uğrak yeri. Ama buna rağmen sevgili sivri zekalı yunanlar Akropolis’in kapısına saat 14:30’da kapanmıştır diye kilit vuruyorlar. Akşam mı oldu kardeşim? Çok mu elektrik su yakıyor bu Akropolis de kapatıyorsunuz? Giriş kişi başı 12 euro. 14:30’dan akşama kadar en az 200 kişi gelir. Bu da ne eder? 2400 euro? Demek ihtiyacınız yok, demek Avrupa’nın ekonomisi en rahat ülkesisiniz… Bu uygulamayı anlamak mümkün değil. Şehrin geneline bakıldığında krize dair en ufak bir şeye rastlamıyorsunuz. Restaurantlar full çekiyor, insanların çoğu yunan.. Biz turist olarak azınlıktayız. Gece barlar da öyle.. Yunanlar gerçekten eğlencesine düşkün, rahat ve gamsız insanlar.. Acaba öyle mi olmak gerekiyor sahiden?

Son günümün sabahında aklıma koymuştum Lykavittos’a çıkacağım diye.. Lykavittos şehrin en yüksek tepesi.. Öyle bir tepe ki tüm Atina ayaklarınızın altında.. Yolu çok yokuş.. Daha önce bir kere çıkmıştım ama bu sefer yine çıkmak istedim Atina ile dertleşmek için.. Yolda başladım dertlerimi savurmaya.. Her 1 metre yükseğe çıktıkça bir derdimi daha savurdum Atina’ya bir miktar gözyaşı eşliğiyle.. Zaten 1 gün öncesinde bir aşka çarpmışım, zaten tatilim bitmiş, zaten evim,ülkem tüm sıkıntılarla beni beklemekte.. Bende moral taban, hissiyat tavan yapmış şekilde tepeye ulaştım. Diğer turistler mutlu mesut, salak sapan figürlerle fotoğraf çekerken, kulağında etkileyici bir müzikle yas tutan tek adam bendim sanırım o tepede.. Ama rahatladım içimdeki tüm gri suları attım, şehre daha güçlü baktım, gitme vakti gelince de mağrur ama gururlu bir şekilde, arınmış olarak indim o tepeden…

Bir önceki gün 9 saatim bir gün önce tesadüfen tanıştığım bir güzelle geçti.. Olmayacak bir yerde olmayacak bir şekilde karşılaştık… Aklıma bile gelmezdi ama karşılıklı vurulduk.. Bunu hissetmek zor değildi.. O anda telefonlar değişti (Bir yunan hattım olduğu için haberleşmek de çok kolay oldu) Bir günün 9 saati beraber geçti.. Olmayacak bir aşk çünkü aramızda mesafe vardı. İkimiz de bunun farkında olarak başladık ve farkında olarak bitirdik.. Hala msn de konuşuyoruz.. Sanırım Haziran’da burada :))

Daha önceki günler daha bir laylaylom geçti.. Klasik şehir turlarıyla, Pire limanında gezintiyle, Paşalimanı ve Mikrolimanoda kahve keyifleriyle, bol bol yunanca konuşmayla , yemeyle içmeyle geçti.. Bir souvlakileri var ki.. bildiğiniz ızgara kebap.. ama sunumu farklı.. o soğanların lezzeti, o cacığın lezzeti oof offf.. Cacık bizimkinden farklı.. Muhteviyatı aynı ama kullanılan yoğurt süzme yoğurttan daha sert ve çok daha lezzetli.. İçinde mükemmel bir sızma zeytinyağı ve taze sarımsak var.. Kebap yanında servis ediyorlar ooof offf, orgazm ötesi..

Uykusuz kaldım, arkadaşımın arabasında uyuyakaldım.. Geceleri full eğlenceyle geçti çünkü.. Tam eğlenilecek bir ülke çünkü kimse hiçbir şeyi hiçbir yerine takmıyor. Oohhhh salın gitsin..Hayat güzel moduyla geçiyor her gün…

Ayıca bu seyahatimde zamanında yunanlarla kurduğum arkadaşlıkların da ne kadar sağlam olduğunun farkına vardım. “Ayıdan post yunandan dost olmaz” derler ama hiç mi yok o ayılardan bizim ülkemizde? Beni sırtımdan vuran, dedikodumu yapan, kötülüğümü isteyen o kadar çok Türk sayabilirim ki.. Yok mu sizin hiç böyle tanıdıklarınız ? Dostluğun dili, dini, ülkesi, bayrağı yok … İnsan olmak önemli… Yunan arkadaşlarım beni çok iyi ağırladı, bir dediğimi iki etmeyip tüm planlarını bana endeksli yaptı. Kendilerinden önce beni düşündü bu da beni çok mutlu etti. Burada dediğim yanlış anlaşılmasın. Her milletin iyisi kötüsü var. İyiliği ve kötülüğü ülkelere mal etmek yanlış. Tek dikkat etmemiz gereken nokta çevremizde kötü barındırmamak..

Ve Atina’ya gidiş için havaalanında olduğum an.. 4 gün boyunca başıma neler geleceğini bilmediğim an.. Elimde uçuş kartımla heyecandan havaalanını turladığım an.. Tatilin keyifli zamanıydı çünkü tatil bende havaalanında başlar.. Önünüzde sizi bekleyen güzel anlar vardır.. Ne olacağını ne sürprizlerle karşılaşacağınızı bilemezsiniz.. Öylesi keyifli zamandır o 2 saat..

Ne dersiniz buluşalım mı bir dahakine havaalanında? :)