1 Mayıs 2010

A T İ N A


Bavulum hala kapının önünde, hala açık..

Kapatmak istemiyorum çünkü her an tekrar gidebilirim..Bir kafa esmesine bakar.
O kafa da zaten sürekli eserekli az çok biliyorsunuz..

Vizem 18 Ağustos’ta bitiyor ama biter bitmez gitmesem de hemen tazeleyeceğim. Cebimde hazır olsun o da ihtimali yüksek esme anlarına..

Atina tatilimi anlatacağım size bu yazımda ama sondan başa doğru anlatacağım , terslik olsun da nasıl olursa olsun..

Bavulumdakileri çıkartırken hala o büyülü şehrin etkisindeydim.. Havaalanından çıkarken Duty Free’de de öyle.. Alacaklarımı bir an evvel aldım rüya bozulmasın diye bir an evvel evime, yatağıma, uykuma gitmek istedim.

Uçakta zaten ayrı bir leylaydım. Yol boyunca çektiğim fotoğraflara baktım. Yediğim yemekte içtiğim içkide teselli buldum. Bu arada THY yi rötarları sebebiyle çok eleştiriyordum ama Atina’ya gidişte de dönüşte de hiçbir rötar olmadı ve yemekleri çok lezzetliydi. THY’nin iç hatlarda bize yaptığı garez nedir acaba? Dış Hatlarda her şey tıkır tıkır işliyor..

Uçağa binmeden hemen önce son kez turladım Akropolis eteklerini.. Akropolis ilk bakıldığında bir taş yığını.. Ama şehrin simgesi, taş yığını dememe bakmayın, taştan oluşan bir mimari şaheser. Gece ışıklandırmasıyla da şehrin gözbebeği.. Açıkhava müzesi olarak faaliyette ve yüzlerce turistin uğrak yeri. Ama buna rağmen sevgili sivri zekalı yunanlar Akropolis’in kapısına saat 14:30’da kapanmıştır diye kilit vuruyorlar. Akşam mı oldu kardeşim? Çok mu elektrik su yakıyor bu Akropolis de kapatıyorsunuz? Giriş kişi başı 12 euro. 14:30’dan akşama kadar en az 200 kişi gelir. Bu da ne eder? 2400 euro? Demek ihtiyacınız yok, demek Avrupa’nın ekonomisi en rahat ülkesisiniz… Bu uygulamayı anlamak mümkün değil. Şehrin geneline bakıldığında krize dair en ufak bir şeye rastlamıyorsunuz. Restaurantlar full çekiyor, insanların çoğu yunan.. Biz turist olarak azınlıktayız. Gece barlar da öyle.. Yunanlar gerçekten eğlencesine düşkün, rahat ve gamsız insanlar.. Acaba öyle mi olmak gerekiyor sahiden?

Son günümün sabahında aklıma koymuştum Lykavittos’a çıkacağım diye.. Lykavittos şehrin en yüksek tepesi.. Öyle bir tepe ki tüm Atina ayaklarınızın altında.. Yolu çok yokuş.. Daha önce bir kere çıkmıştım ama bu sefer yine çıkmak istedim Atina ile dertleşmek için.. Yolda başladım dertlerimi savurmaya.. Her 1 metre yükseğe çıktıkça bir derdimi daha savurdum Atina’ya bir miktar gözyaşı eşliğiyle.. Zaten 1 gün öncesinde bir aşka çarpmışım, zaten tatilim bitmiş, zaten evim,ülkem tüm sıkıntılarla beni beklemekte.. Bende moral taban, hissiyat tavan yapmış şekilde tepeye ulaştım. Diğer turistler mutlu mesut, salak sapan figürlerle fotoğraf çekerken, kulağında etkileyici bir müzikle yas tutan tek adam bendim sanırım o tepede.. Ama rahatladım içimdeki tüm gri suları attım, şehre daha güçlü baktım, gitme vakti gelince de mağrur ama gururlu bir şekilde, arınmış olarak indim o tepeden…

Bir önceki gün 9 saatim bir gün önce tesadüfen tanıştığım bir güzelle geçti.. Olmayacak bir yerde olmayacak bir şekilde karşılaştık… Aklıma bile gelmezdi ama karşılıklı vurulduk.. Bunu hissetmek zor değildi.. O anda telefonlar değişti (Bir yunan hattım olduğu için haberleşmek de çok kolay oldu) Bir günün 9 saati beraber geçti.. Olmayacak bir aşk çünkü aramızda mesafe vardı. İkimiz de bunun farkında olarak başladık ve farkında olarak bitirdik.. Hala msn de konuşuyoruz.. Sanırım Haziran’da burada :))

Daha önceki günler daha bir laylaylom geçti.. Klasik şehir turlarıyla, Pire limanında gezintiyle, Paşalimanı ve Mikrolimanoda kahve keyifleriyle, bol bol yunanca konuşmayla , yemeyle içmeyle geçti.. Bir souvlakileri var ki.. bildiğiniz ızgara kebap.. ama sunumu farklı.. o soğanların lezzeti, o cacığın lezzeti oof offf.. Cacık bizimkinden farklı.. Muhteviyatı aynı ama kullanılan yoğurt süzme yoğurttan daha sert ve çok daha lezzetli.. İçinde mükemmel bir sızma zeytinyağı ve taze sarımsak var.. Kebap yanında servis ediyorlar ooof offf, orgazm ötesi..

Uykusuz kaldım, arkadaşımın arabasında uyuyakaldım.. Geceleri full eğlenceyle geçti çünkü.. Tam eğlenilecek bir ülke çünkü kimse hiçbir şeyi hiçbir yerine takmıyor. Oohhhh salın gitsin..Hayat güzel moduyla geçiyor her gün…

Ayıca bu seyahatimde zamanında yunanlarla kurduğum arkadaşlıkların da ne kadar sağlam olduğunun farkına vardım. “Ayıdan post yunandan dost olmaz” derler ama hiç mi yok o ayılardan bizim ülkemizde? Beni sırtımdan vuran, dedikodumu yapan, kötülüğümü isteyen o kadar çok Türk sayabilirim ki.. Yok mu sizin hiç böyle tanıdıklarınız ? Dostluğun dili, dini, ülkesi, bayrağı yok … İnsan olmak önemli… Yunan arkadaşlarım beni çok iyi ağırladı, bir dediğimi iki etmeyip tüm planlarını bana endeksli yaptı. Kendilerinden önce beni düşündü bu da beni çok mutlu etti. Burada dediğim yanlış anlaşılmasın. Her milletin iyisi kötüsü var. İyiliği ve kötülüğü ülkelere mal etmek yanlış. Tek dikkat etmemiz gereken nokta çevremizde kötü barındırmamak..

Ve Atina’ya gidiş için havaalanında olduğum an.. 4 gün boyunca başıma neler geleceğini bilmediğim an.. Elimde uçuş kartımla heyecandan havaalanını turladığım an.. Tatilin keyifli zamanıydı çünkü tatil bende havaalanında başlar.. Önünüzde sizi bekleyen güzel anlar vardır.. Ne olacağını ne sürprizlerle karşılaşacağınızı bilemezsiniz.. Öylesi keyifli zamandır o 2 saat..

Ne dersiniz buluşalım mı bir dahakine havaalanında? :)

2 yorum:

  1. Tamam bir dahakine buluşalım alanda..:))
    Ne güzel anlatmışsın Paşa'm.. Gitmiş kadar oldum.. Yüreğinin çarpması da ayrı bir güzellik katmış tatiline.. Ne mutlu..:)
    En kısa zamanda kavuşursunuz diyorum (Yunanistan'la:P)

    YanıtlaSil