6 Şubat 2011

IRISH PUB



Kar lapa lapa yağıyordu…

Havaalanından metroya binip otelimin olduğu metro istasyonunda indiğimde saat 22,30’u gösteriyordu. Acaba otel nerdedir derken otelin tabelası metronun hemen önünde görünce çok mutlu oldum… Şans benden yanaydı, bu karda kışta bir çok uçak iptal olurken Münih’ten Berlin’e sorunsuz gelmiştim ve otelim harika bir konumdaydı.
Hemen otelime yerleştim ve kendimi tekrar sokaklara attım.
Berlin’deydim ve hiçbir dakikamı fuzuli geçirmemeliydim.

Kardan gözüm hiçbir yeri görmüyordu ve Berlin’e ilk gelişimdi. İstediğim sadece bir pub’a gidip o enfes Alman biralarından içmekti. Yolda karşıma çıkan ilk kişiden yardım aldım ve otelden hemen 100 metre ileride bulunan Irish Pub’a gittim.

Oldukça geniş bir mekan ve dört bir yanında masalar ve tabureler var. Tam karşıda yüksekçe ve genişçe bir sahne. Haftanın her günü burada canlı performanslar sergileniyormuş. Ben de onlardan birine denk geldim. Muhteşem bir repertuarla çok güzel çalan bir grup vardı sahnede. Ordaki insanları öylesine avuçlarına almışlardı ki herkes ayaktaydı.

Oturduğım masanın hemen yanıbaşında 2 tane sarışın kız vardı. Ben otururken selamlaştık ve daha sonra muhabbete başladık. Kızlardan biri Türk olduğumu öğrenince çığlık attı ve Türk erkeklerinden nefret ediyorum dedi. Hoppalaaa noluyor demeden hikayesini anlatmaya başladı. Meğer bir Türkle evlenmiş, adam hayırsız,vefasız çıkmış, sanırım aldatmış, şimdi boşanma evresindelermiş vs… O sırada başka bir çocuk geldi yanımıza.O da benim gibi yalnız gelmiş mekana ve aslen İranlıymış. Tenormüş ve Berlin operasında çalışıyormuş. Bir erkeğin opera söylemesi İran’da yasak olduğu için mecburen ülkesini terk etmiş ve Berlin’e yerleşmiş. İran’ın dışladığı bu yeteneğe Alman devleti sahip çıkmış resmen! Çocuğun otelinden yemeğine her türlü ihtiyacını Alman hükümeti karşılıyor bir de üzerine maaş veriyormuş. (İşte sanata olan yaklaşım farkı!)
Biz çocuğun opera sanatçısı olduğunu duyunca kızlarla bir kuple bir parça söylemesini istedik. Sahnedeki grup bir yandan bas bas şarkısını söylüyor bu arada. Çocuk çok iddialı. Evde söylediğinde bardakları falan kırıyormuş sesiyle, o biçim yani. Hepimiz masaya toplaştık baş başa verdik ki çocuğu duyalım.Çocuk sessiz söylemek zorunda operayı çünkü biraz sesini yükseltse sahnedeki grubu bastıracak. Başladı söylemeye…
Hakikaten mükemmel bir ses ve eşsiz bir yetenek. Sahne aldığı yere davet etti bizi ama zaman kısıtı sebebiyle maalesef gidemedik.

Biz masada güzel bir ekip olmuşken sahnedeki grup bir yandan insanları coşturmaya devam ediyordu. O sırada gözüme bir kadın takıldı. Boyu 1,50 yok , 1,48 falan yaşı en az 75 . Almış çantasını tek başına gelmiş. Yerinde duramıyor. Kendisine has figürleriyle o kadar şeker li. Saç , baş, makyaj yerinde. Bir ara sahnenin dibine kadar yanaştı. Ellerini açıp iki yana sallaya sallaya yakışıklı genç solistin gözlerine baka baka soliste eşlik etti. Kadını hayran hayran izledim bütün gece. Hatta bir ara onunla dans etmek istedim ama nasıl karşılar diye düşünüp sonradan vazgeçtim. O yaşta o enerjisine, hayata olan tutkusuna, dansına, duruşuna hayran kaldım. Tek başına geldiği mekandan şapkasını takıp solisti öpmeyi ihmal etmeden ayrıldı. O’nu bir daha hayatım boyunca asla göremeyecek olmam ne tuhaf, o da asla kendisinin bende bıraktığı izden haberi olmayacak.

Hayat da çok tuhaf. Yollarda geçişiyoruz, şehirlerde karşılaşıyoruz, aynı ortamlarda bulunuyoruz ve birbirimizi hiç tanımıyoruz hatta bir daha hiç karşılaşmayacağız. Ama fark etmeden birbirimizin sırtını okşayabiliyoruz… Adını bile bilmediğim o yaşlı kadının benim ruhumu okşadığı gibi!

Irish Pub’u saat 03,30 gibi terk ettik. Kızlarla ve tenor çocukla cep telefonlarımızı değiştirdik, hepsini İstanbul’a davet etim. Gelirlerse görüşeceğiz belki yine karşılaşacağız. Kızlar ve çocuk otellerine dönerken ben başka bir club’e geçtim. Şehre adımını o gece atmış bir turisttim ve gece daha yeni başlıyordu.

Ve biliyordum ki gideceğim her mekanda beni bekleyen başka maceralar vardı …

5 yorum:

  1. Guzel bir anı cok güzel anlatım devamlarını bekliyoruz. Nazmi Sunal

    YanıtlaSil
  2. şanslı turist desem yeter mi? 1.5aydır londradayım daha hayatıma kıyısından köşesinden dokuncak bir şey bulamadım :)

    YanıtlaSil
  3. Anlatımı güzel,anı güzel,okumak zevk verdi...

    YanıtlaSil
  4. nasıl karşılardı diye düşünene kadar keşke gidip içinden geldiği gibi dans edip sohbet etseydin.. hayatı şansa ya da keşkelere bırakmamalı, olduğu gibi içimizden geldiğince yaşamalıyız. kim, nasıl karşılarsa karşılasın; ne düşünürse düşünsün. sen istediğin şeyi yaptın o andan itibaren senden mutlu kimse olamaz.. daha güzel, eğlenceli, keşkesiz maceralar ve hikayeler dilerim...

    YanıtlaSil
  5. keyifle okudum:) o gece bu haliyle damagında tad bırakmış ne güzel:)
    evet haklısın çok zaman farkında olmadan bir davranış, bir sözcük ya da tümce ile birilerinin yaşamına dokunuyoruz, ya da yaşamımıza dokunuyorlar.

    YanıtlaSil