29 Ağustos 2010

Sen Ölünce Kim Ağlar?



Bütün tüm kafamı kurcalayan bir şey vardı, “vericiliğim…” “Hop, noluyoruz, ne diyor bu adam , iyice şaşırdı” demeyin. Her şeyin bir açıklaması var: Elbette hiçbir iyilik karşılığını bulmak için yapılmaz. Ha karşılığını görmek için yaptığım şeyler elbet var, hepimizin vardır ama onların adı da iyilik değil zaten, “çıkar”! Ama iyi niyetli olduğum kişilerden daha sonra kötü niyet ve kötü eylem görmeyi zinhar hazmedemiyorum.

En güzel arkadaşlıklar, dostluklar yaş küçükken kuruluyor. Liseden, çocukluk zamanlarınızdan kala kala ya 1 ya 2 kişi kalıyor ki bunlar dostunuz oluyor. Çünkü hayat koşulları zamanın süzgecini ister istemez sallayıp diğerlerini eliyor. İşte bu diğerlerini kalbinizin bir köşesinde adları geçtikçe gülümseyerek anımsıyorsunuz hepsi bu!

Yaş büyüdükçe tabi ki yeni kişilerle tanışıyorsunuz ama siz o eski saf siz olmuyorsunuz, e karşınızdaki de eski saf “O” değil! Çıkarlar devreye giriyor, anlık istekler devreye giriyor ve ortaya tuhaf bir arkadaşlık çıkıyor. Bütün bunları bilmeme rağmen her yeni tanıştığım kişiyi hayatıma artı puanla alıyorum. Çünkü ben insanlara güveniyorum. İnsanların da bana güvenmesini istiyorum. Bazıları belki de herkesi kendisi gibi bildiklerinden “Sana güvenemiyorum!” diyor sebepsizce, hak yercesine! Yıkamıyorlar önyargılarını.

İstediğim sadece karşılıklı güven ve bunu hissettirmek. İşi düşünce aranmak değil bir “Nasılsın” demek için aranmak istiyorum çünkü ben sık sık “Nasılsın?” diye arıyorum. Birisinin bir şeye ihtiyacı olsun olmasın maddi ve manevi olarak yanında oluyorum, hastalanınca bir “Geçmiş olsun” diyorum. Tüm bunlar karşılık için elbet yapılmıyor ama bir ameliyat geçirip 3 gün hastanede yatınca haberi olup da aramayanları gördükçe veya “Nasılsın?” diye bile aylarca aramayıp dolayısıyla ameliyatımdan haberi dahi olmayanları duydukça o zaman dank ediyor işte o “vericiliğim”!

İyi gün dostları için hareket planı apayrı bir yazı konusu, onları şak diye anlayabilmek de apayrı bir meziyet zaten. Ama zamanla anlayacağım sanırım çünkü bu konuda yardım eden çok. Bazı insanları uzaktan sevmek hakikaten en güzeli, bazılarıyla ise muhatap dahi olmamak gerekiyor. “Bencillik” insanı ayakta tutan ve onu besleyen yegane kavram bence çünkü “vericilik” adı üstünde sürekli sizden sızdırıyor… “Hep ver hep ver nereye kadar?” dediğiniz anda zaten halihazırda kırık bir kalbiniz, yıpranmış sinirleriniz, maddi manevi eksik varlığınız oluşmuş oluyor. “Vericilik” yönünüzü törpüleyemeyip vere vere iyi niyet fahişesi olup çıkıveriyorsunuz. Benciller kralken sizin bu hale düşmeniz insanı hakikaten üzüyor.

Sizin başınıza bir şey geldiğin de maalesef yanınızda o kişiler olmuyor, “Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar” cümlesi bir kez daha kendini kanıtlıyor.

Sahi hiç düşündünüz mü, verdiğiniz bunca emekten sonra, yaptığınız iyiliklerden sonra sizi kim düşünür?

Hiç sordunuz mu kendinize: Sen ölünce kim ağlar?

2 yorum:

  1. "iyi niyet fahişesi"etkileyici bir tabir...

    YanıtlaSil
  2. İstisnasız herkes -annelerin çocuklarına olan yaklaşımları hariç- "önce ben" der, aksini iddia eden bence pek dürüst değildir.
    Esas sorun "hep ben" diyenlerde, işte bence onlardan uzak durmak lazım gelir.

    Bu arada, Robin Sharma'nın makalenizle aynı başlıkta bir kitabı var, özetle 101 maddede daha mutlu bir yaşam için hayatımıza ekleyebileceklerimizi paylaşmış.

    Ben de kendi blogumda bunlardan 10 tanesini incelemeniz için ekledim.
    http://ackuzu.wordpress.com/2013/10/19/sen-olunce-kim-aglar/

    YanıtlaSil